Sadece iki gün güzel kalabilenler var benden içeri.
Onlardan biri sussuz, aç, ne olursa. Mızrağını ona doğrultmuş allah ne verdiyse
koşuyor.
Meyveleri yeni doğurmuş bir ağacın yanıbaşında, uzanmış yatıyor.
Huzurdan ağaç kökleri...
Kükreyen ayaklar duyuyor. Kulakları dikiliyor. İki
bulut yarılıyor. İki damla yağmur. Gerçekten iki damla. O denli dikiliyor.
Elindeki mızrak havada artık. Mızrağın ucunda kan,
taze.
Kulaklarının dikikliği sinirlerini bozuyor.
Hışırtılar sonunu tahmin etmesine yetecek seviyeye ulaştığında bırakıyor
kendini. Şımarık bir insan yavrusu gibi ellerini başının yukarısında
birleştiriyor.
Dikiliyor tepesinde. Bakıyor. Karşı saldırının
saygısını biliyor. Peki neden kıpırdamıyor? Bırak. Neden kaçmıyor? Mızrağı
karnındaki olgun bir yaranın yanına saplıyor.
- İşte o mızrak, aynı tat.
- Özlemişim.
- (Ben de.)
- Ormanlar seninle güzel.
Doğruluyor. Yerdeki soysuz bedene aldırış etmiyor.
Yola koyuluyor.
Doğruluyor. Yerdeki tonla kırmızıya
aldırış etmiyor. Peşine düşüyor.
Bu kadar muazzam bir acıyı başka nasıl bulacaktı ki?
O, bu lezzetli eti başka nerede bulacaktı ki?
Kanun dedikleri
Arzuların
yaban hali.
Göz ucu. Panik halinde ona doğru koşuyor. Bembeyaz ve uslanmaz. “Salak”
diyor içinden. İçi, bir kazan dolusu tatmin.
Dönüyor, mızrağını fırlatıyor. Bulutlar yarılıyor,
damla yok. Süzülüyor. Arkasından bir kaç göçebe kuş, hürmetle eşlik ediyorlar
inişine.
Alnının tam ortasına isabet edecek olan
mızrağa bakakalıyor.
Yarıktan içeri bir dolunay parçası giriyor.
Sadece
iki gün güzel kalabilirler benden içeri.
mert
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder