31 Ekim 2012 Çarşamba

Yapraklar Fora!


Sadece iki gün güzel kalabilenler var benden içeri. 
Onlardan biri sussuz, aç, ne olursa. Mızrağını ona doğrultmuş allah ne verdiyse koşuyor.


Meyveleri yeni doğurmuş bir ağacın yanıbaşında, uzanmış yatıyor. 
Huzurdan ağaç kökleri... 
Kükreyen ayaklar duyuyor. Kulakları dikiliyor. İki bulut yarılıyor. İki damla yağmur. Gerçekten iki damla. O denli dikiliyor.


Elindeki mızrak havada artık. Mızrağın ucunda kan, taze.


Kulaklarının dikikliği sinirlerini bozuyor. Hışırtılar sonunu tahmin etmesine yetecek seviyeye ulaştığında bırakıyor kendini. Şımarık bir insan yavrusu gibi ellerini başının yukarısında birleştiriyor.


Dikiliyor tepesinde. Bakıyor. Karşı saldırının saygısını biliyor. Peki neden kıpırdamıyor? Bırak. Neden kaçmıyor? Mızrağı karnındaki olgun bir yaranın yanına saplıyor.


- İşte o mızrak, aynı tat.
- Özlemişim.
- (Ben de.)
- Ormanlar seninle güzel.


Doğruluyor. Yerdeki soysuz bedene aldırış etmiyor. Yola koyuluyor.


Doğruluyor. Yerdeki tonla kırmızıya aldırış etmiyor. Peşine düşüyor. 
Bu kadar muazzam bir acıyı başka nasıl bulacaktı ki?
O, bu lezzetli eti başka nerede bulacaktı ki?
Kanun dedikleri
Arzuların yaban hali.


Göz ucu. Panik halinde ona doğru koşuyor. Bembeyaz ve uslanmaz. “Salak” diyor içinden. İçi, bir kazan dolusu tatmin.
Dönüyor, mızrağını fırlatıyor. Bulutlar yarılıyor, damla yok. Süzülüyor. Arkasından bir kaç göçebe kuş, hürmetle eşlik ediyorlar inişine.


Alnının tam ortasına isabet edecek olan mızrağa bakakalıyor.


Yarıktan içeri bir dolunay parçası giriyor.  
Sadece iki gün güzel kalabilirler benden içeri.





mert

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder